Page 290 - Sanatın ve Sanatkarın İzinde
P. 290
Hammaddesi taşın öğütülmüş hâli “kum” olmasına rağmen, taşın sertliği ve muka-
vemetine karşılık, kendisinden üretilen camdaki narinlik ve kırılganlık gerçekten
hayret vericidir. Belki de bu sebeple insanoğlu yüzyıllardır camı merak etmiş, camın
üzerine farklı işlemeler tatbik ederek onu daha estetik hâle getirmiş ve kullanım alan-
ları düşünüldüğünde ondan vazgeçemez hâle gelmiştir.
Camın ortaya çıkış serüvenine bakacak olursak, Suriye kıyılarında Fenikeliler zama-
nında bir grup gemici tarafından bulunduğu, Romalı bir bilgin olan Pilinius tarafın-
dan nakledilir. Rivayete göre gemiciler kıyıya ulaştıklarında gemideki güherçileden
ocak yapmışlar ve odun tutuşturulunca da güherçilenin erimesi ve kumla karışması
sonucunda o zamana dek bilinmeyen saydam bir madde yani “cam” ortaya çıkmıştır.
Cama dair en eski kalıntılara Mısır, Babil ve daha sonra da Roma’da rastlanmaktadır.
Türklerde ise camın Selçuklular döneminde günlük hayata dâhil olduğu bilinmekte-
dir. 14. yüzyılda Çubuklu’da kurulan kristal cam fabrikasında Çeşm-i Bülbül adı ve-
rilen bir tür cam üretilmeye başlanmış ve bu camın üretiminde kullanılan teknik,
günümüzün teknolojik yöntemleriyle bile aşılamamıştır.
Osmanlı’da cam sanatının özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda sarayın da desteğiyle zirveye
ulaştığını görmekteyiz. Tarihi kayıtlardan, III. Selim döneminde İtalya’ya gönderilen
Mehmet Dede adlı bir dervişin orada öğrendiklerini İstanbul Paşabahçe’de kurduğu
atölyede uyguladığını ve bu yönde sanatsal değeri yüksek değerli eserler ürettiğini bil-
mekteyiz.
Bugün Topkapı Sarayı Müzesi koleksiyonlarında bulunan şehzadelerin sünnet düğü-
nü şenliklerini anlatan “Surnâme-i Hümâyûn” adlı minyatürlü yazma eserde, çeşitli
meslek gruplarının geçit törenlerini gösteren sahneler arasında yer alan cam ustaları
ve kullandıkları aletlerin gerçeğe uygun resimleri, Türk cam sanatının o yüzyıldaki
düzeyini göstermesi bakımından önemli bir belge niteliği taşımaktadır.
Osmanlı mimarîsinin özünü oluşturan cami ve mescitlerimizin içleri geceleri kandil-
ler ve mumlarla aydınlatılırdı. Tamamı camdan yapılmış ve içinde mumların yakıl-
dığı kandillerin oluşturduğu büyük avizeler, camilerin içlerinde çok zarif bir görüntü
oluşturuyordu. İstanbul’un bütün selatin ve merkez camilerinde Ramazan boyunca
ve bayramlarda yakılan cam kandiller, şüphesiz Osmanlı camcılığının gelişmesine
büyük katkı sağlamıştır.
Cam sanatına dair ortaya konulan eserler Osmanlı’dan günümüze bir miras olarak
devralınmıştır. Bir fırça ve camın üzerine uyarlanacak uygun bir desenin bulunma-
sıyla birlikte cam sanatının uyarlandığı sanat eseri kimi zaman bir şekerlik, kimi za-
man bir şamdan ve kimi zaman da masamızın üzerindeki dekoratif bir obje olarak
hayatımızı renklendirmeye, gözlerimizi şenlendirmeye, baktıkça gönüllerimize sü-
rur vermeye devam ediyor.