Page 42 - Sanatın ve Sanatkarın İzinde
P. 42

ALİ ALP ARSLAN (1 922-2006 )









































                  Ali Alparslan, Şîkeste Ta‘lik levha: Bu da geçer yâ hû.






                  Fakültede sizce kıymeti takdir edilebilmiş midir?      En bariz vasfı neydi?
        40        Bendeniz fakültede, talebe gözüyle, takdir veya takdirsizlik gibi bir   Gösterişten uzak olmasıydı. Âlâyiş ve büyüklenmenin onda izi yok-
                  hususa şahit olmadım.                                  tu. Haset ve kıskanma gibi bir davranışına şahit olan bir fani olabi-
                                                                         leceğine inanmam, inanamam.
                  Geleneksel sanatlar camiamız açısından Ali Alparslan Bey ne
                  ifade ediyordu?                                        Necmeddin Hoca ile çok özel bir münasebetlerinin olduğunu;
                  Çok mühim bir yer işgal ediyordu. Necmeddin Efendi ve Halim   hocasının ismini yazılarında yaşatma gayretinde bulundu-
                  Efendilerden öğrendiklerini bizlere aktararak bugüne gelmemizi   ğunu,  eserlerinin  altına  mütemadiyen  “Ketebehû  Ali  Tilmî-
                  sağladı. Tereddütsüz söyleyebilirim ki ta‘lik, divanî, celî divanî   zi Necmeddin” imzasını koyduğunu biliyoruz. Bildiğimiz
                  ve rika‘ yazılarının Türkiye’deki varlıklarını büyük ölçüde ona   bir başka keyfiyet de Ali Alparslan’ın, güle meftun hocasına
                  borçluyuz.  Bugün  bu  yazıları  yazan  hattatların  çoğunun şece-  Londra’da bulunduğu yıllarda gül kataloğu gönderdiği. Mer-
                  releri ona ulaşır. Teşvik etmeyi çok iyi bilirdi. Yazılar iyi olmasa   huma dair size neler anlatırdı?
                  bile “Bir kere daha yazmalı, pürüzleri gidermek lazım.” şeklin-  “Hocayla talebe, etle tırnak gibidir.” derdi. Bu söz Necmeddin Efen-
                  de tebessümle söyleyerek tekrar ettirirdi. Meşkini beğenmediği   di’ye aitmiş. Çok sık tekrarlardı. Yine Sami Efendi’nin sözü: İnsanı
                  kimseye olumsuz sayılabilecek bir söz veya davranışına hiç şahit   hocalarından ölüm ayırır. O hocasına öyle bağlıydı, bize de o duy-
                  olmadım. Kibarlık onun daimi hâliydi.                  guyu aşıladı. İstanbul’a geleyim de hocaya uğramayayım, olacak şey
                                                                         değil. Nişanlım: “Sen bana geliyorum diye aslında hocana geliyor-
                  Beyefendi bir kişiliği vardı. İstanbul beyefendisiydi. Alvarlı   sun.” derdi. “Hocasının sahip olduğu meziyetlerini bir kefeye, bü-
                  Efe Hazretleri’nin “Âşık der inci tenden/İncinme incitenden/  tün talebelerinkini toplayıp diğer bir kefeye koysan hocanın yarısı
                  Kemalde noksan imiş/İncinen incitenden” mısraları hüvesi   bile etmez.” derdi. Kendisinde hocasının çok az yazı ve ebrusu ol-
                  hüvesine Ali Alparslan için yazılmış dersek sezadır. Ali Hoca-  duğu söylenildiğinde ”Ne yapalım, isteyemezdik ki agacığım, ayıp
                  mızın naif insanî yönlerine dair neler söylemek istersiniz?  gelirdi.” derdi. Hocasına olan sevgisi muazzam bir saygı ile çepeçev-
                  Çok kimsenin kolay kolay fark edemeyeceği kadar hassas bir   re kuşatılmıştı.
                  ruha sahipti. Sizi ne kadar sevdiğini hiç söylemez; ama öyle bir
                  yerde, öyle bir şekilde gösterirdi ki şaşırırdınız, gözleriniz dolar-  Necmeddin Okyay-Ali Alparslan örneğinden yola çıkarak ho-
                  dı. Sonra da “Ne var Paşam bunda, ne olacak?” derdi. Biçimsiz   ca-talebe ilişkisinin nasıl olması gerektiğine dair neler söyle-
                  bir davranış, düşüncesiz bir söz onu öylesine incitirdi ki kimse   mek istersiniz?
                  tahmin edemez. Belli etmez ama yeri geldiğinde, konusu açıl-  Vefa eksenli olmalıdır. Talebe vefakâr ise hakiki talebedir. Hoca ha-
                  dığında “Gönül bir şişedir ki kırıldıktan sonra kenet tutmaz.”   yatta oldukça hocadan ayrılınmaz. O hep hocasıdır insanın. Nasıl
                  sözünü söylediğinde anlaşılırdı. Bir gün arkadaşı Prof. Cem Dil-  ki kaç yaşına gelirsek gelelim anne-babamız hep anne babamızsa;
                  çin’e -o da rahmetli oldu– bir mektup göndermiş: Bembeyaz bir   ne olursak olalım, hangi başarıya ulaşırsak ulaşalım, hoca da hep
                  kâğıt, tam ortasında o inci gibi yazısıyla “özledim” yazıyor. Sade-  hocadır ve talebesi hep onun gerisindedir; hep ona şükran ve min-
                  ce ve sadece “özledim.” Her anlatışında rahmetli Cem Bey nasıl   net borçludur. Anne ve babasını kaybetmişse insan, şayet hocası
                  duygulanırdı bilemezsiniz.                             da yaşıyorsa, hocasından daha aziz bir varlık tasavvur olunamaz
   37   38   39   40   41   42   43   44   45   46   47