Page 81 - ANADOLU SANAYİ DEVRİMİ
P. 81

Ara

                             Sarı ve beyaz “altın ve gümüşle” insanlar için hayatın yükleri ve yaşam şartları kolay-
                             laşınca gönüller bu ikisine kaydı ve kalpler onlara yöneldi. Elden ele dolaşmaya başla-
                             dılar. İnsanlar onları birikmeye ve çoğaltmaya koyuldular. Bunların şeref ve azametleri
                             kendi tabiatlarından değil insanların değer vermelerindendir. Hukuki bir temelden
                             değil insanların “değerleri konusunda” mutabakata varmalarındandır. Çünkü bizzat

                             kendileri ne açlığı ne susuzluğu giderebilir, ne bir sıkıntıyı giderebilir ne de bir ezayı
                             kaldırabilir. Kişiyi ayakta tutacak ve türün varlığını devam ettirecek yiyecek, insan-
                             ların sıkıntısını ortadan kaldıracak, sıcaktan ve soğuktan koruyacak giyecek veya bu
                             konuda yardımcı olacak barınak olmayan bir şey olan altın ve gümüş haddizatında
                             değerli değildir.

                             Onun (altın ve gümüş paranın) değeri, insanın mecbur ve muhtaç olduğu bir şeyi
                             elde etmesine vesile olduğu zaman, insanlar tarafından verilen (vaz edilen) arızî bir
                             durumdur. “Kıymetli madeni paranın itibari değeri vardır”. Bu yüzden isteklere ulaş-
                             mada vesile/aracı olduğu için onu mutlak olarak “kayıtsız şartsız” “hayır/iyilik” diye
                             isimlendirmişlerdir.

                             Kur’ân-ı Kerîm ondan (altın ve gümüşten) insanların bildikleri ve “söyledikleri” şekil-
                             de şöyle bahsetmiştir:

                             “Size ölüm geldiği vakit, bir hayır olarak “mal-para” bırakacaksa” (Bakara 2/180);
                             “Hayrı engelleyene, haddini aşıp insan hakkına tecavüz edene, günahkâra (…) itaat
                             etme!” (Kalem 11, 12).

                             Şu söz de dilden dile dolanır: “Dirhemle (para vererek) cömertlik yapan, hayırların
                             tümüyle cömertlik yapmış olur”.

                             Çünkü bizzat paranın kendisi hayır olmasa da “hayırlara sebep olmasıyla” içinde ha-
                             yır barındırmaktadır. Deniz yolculuğuna çıkan birisi şu olayı anlattı: “Rüzgâr, gemi-
                             lerini rotanın dışına bir adaya sürüklemiş. Adada demirlemişler, kendisi de yolcularla

                             birlikte adaya çıkmış. İhtiyacı olanı alıp karşılığında mal sahibi adama bir dinar öde-
                             miş. Adam dinarı kontrol etmiş, koklamış, ağzına alıp tadına bakmış. Bu duyuları ile
                             dinarda zevk-tat alabileceği herhangi bir etki görmeyince, kendisine dinarı iade etmiş.
                             Çünkü faydalı bir şey karşılığında faydası olmayan bir şeyi almayı uygun bulmamış.”

                             Gerçi bu faydalı mal verip karşılığında yine faydası olan mal almak yerlilerin ha-
                             yat tarzlarının bir gerçeği olarak ihtiyaçları karşılamak için yardımlaşmada bir “tabii
                             muamele”dir. Ancak dünyadaki ülkelerden/ yönetimlerden bize ulaşan haberlere göre
                             ise genellikle insanlar Allah’ın kendilerine ihsan ettiği, gözlerine hoş gelen ve tutkunları
                             oldukları altın ve gümüş metaller olan madeni paralara koydukları değer karşılığı mal
                             alarak yani “vazı muamele” ile ihtiyaçlarını/işlerini görürler. Bu durum, insanların me-




      80   -   ANADOLU SANAYİ DEVRİMİ
   76   77   78   79   80   81   82   83   84   85   86