Türk musikisi, klasik Türk müziği, Türk sanat müziği ya da Osmanlı müziği... Pek çok isimle anılsa da aslında duygusu tek: Türk musikisi, asırlardır Türk halkının maneviyatını ve en coşku dolu duygularını ifade ediyor ve Türk kültürünün en önemli unsurları arasında yer alıyor. Peki, bu köklü gelenek hakkında siz neler biliyorsunuz? Dilerseniz arkanıza yaslanın ve tarihin en özel dönemlerine doğru benzersiz bir yolculuğa çıkın. İşte, karşınızda Türk musikisi ve bin yılı aşan tarih yolculuğu...
Başlangıç: 10. Yüzyıl - 16. Yüzyıl
Klasik Türk müziğinin Fars ya da Bizans müziği etkileri ile şekillendiğine dair çok sayıda görüş belirtilse de, Türk musikisinin kökeni 10. yüzyıla ve Anadolu'ya dayanıyor. Dönemin en önemli musiki üstatlarından Abdülkadir Meragî'nin bu yıllarda kayıt altına almaya başladığı musiki notları, Türk müziğinin bilinen en eski teorik yazışmaları olarak öne çıkıyor. 10. yüzyıldan itibaren klasik Türk müziğinin pek çok tekkede, enderunda ve külliyede güçlü bir ekol olarak öğretilmesi de, bu müzik türünün doğrudan Türk kültürüne ait olduğunu ispatlıyor. Ud, tambur, kanun, keman, klasik kemençe gibi enstrümanların yürek titreten tınılarıyla beslenen musikinin günümüzdeki şeklini aldığı yer ise Osmanlı sarayı... Özellikle Yavuz Sultan Selim'in tahta çıktığı 16. yüzyıldan itibaren büyük bir derinlik kazanan Türk musikisi, o tarihlerde yaşanan sanatsal ve bilimsel gelişmelerden besleniyor ve günümüzde dahi gönülleri titreten makamlar bu yıllarda ortaya çıkıyor.
Klasik Şiirin Musikiye Etkisi
16. yüzyıldan itibaren, Türk musikisini şekillendiren faktörler arasına bilindik bir kavram da giriyor: Şiir... Aruz vezniyle yazılan ve her biri adeta birer musiki eseri gibi tınılar içeren klasik şiirler, bu yıllarda altın çağını yaşıyor. Şairlerin saray ve çevresince desteklenmesi, sanatın önemsenmesi ve İstanbul'un gerçek bir sanat şehri haline gelmesi, musikinin de büyük bir atılım gerçekleştirmesini sağlıyor. Şiirle iç içe gelişen Türk musikisi, 17. yüzyıl sonlarına dek Doğu müzisyenlerinin katkılarıyla da zenginleşiyor. IV. Murad'ın Doğu seferleri sonrasında saraya kazandırılan Doğulu müzik insanlarının musikiye yeni makamlar ve nağmeler kazandırması, Türk musikisinin en unutulmaz eserlerinin bestelenmesi için zemin hazırlıyor. 18. yüzyıldan itibaren ise musikide Batı etkisi ortaya çıkıyor. Barok ve Rokoko akımlarının etkisiyle yeni bir soluk kazanan musiki, bu asırda Doğu - Batı sentezinin en özel örneklerine imza atıyor. İsmail Dede Efendi ve Itri gibi dev isimlerin yaşadığı bu çağ, Türk musikisinin zirve yaptığı dönemler arasında kabul ediliyor.
Tanzimattan Bugüne Türk Musikisi
Tanzimat Fermanı'nın ilanı, Osmanlı Devleti için pek çok konuda olduğu gibi, musiki alanında da bir dönüm noktası olarak etki ediyor. Tanzimat sonrasında "Romantik Dönem"e giren Türk musikisi, Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar duygu dolu eserlerle varlığını sürdürüyor. Cumhuriyetin ilanından sonra ise Türk musikisi modern döneme giriyor ve iki kola ayrılıyor. Cumhuriyetten sonra ortaya çıkan "Türk sanat müziği" kavramı, klasik Türk musikisine yakın olsa da Türk sanat müziği, Batı akımlarının etkisiyle şekillenen ve klasik müzik makamlarını kullanan bir yan tür olarak kabul ediliyor. Klasik musiki ise günümüzde akademik düzeyde çalışmalar yapan üstatların eserleri sayesinde varlığını sürdürüyor. Acem, Acemkürdî, Arazbar, Bûselik, Hicaz, Neva gibi farklı makamları bulunan Türk musikisi, coşkulu ve derin duygulara hitap eden manevi yönü sayesinde hâlen Türk halkının gönlünde apayrı bir yer tutuyor ve Türk kültürünün vazgeçilmez unsurları arasında yer alıyor. Eğer siz de bu eşsiz kültür mirasının ustalarını ve eserlerini yakından tanımak isterseniz, Kuveyt Türk'ün kitaplaştırdığı 60. Sanat Yılında Bestekar Hafız Amir Ateş isimli eseri inceleyebilir ve gönül telinizi titreten nağmelerin dünyasını daha detaylı bir şekilde öğrenebilirsiniz.