Çocukların ilerleyen yıllardaki eğitim hayatlarını ve genel gelişimlerini etkileyen okul öncesi dönemde benimsenen birçok farklı öğretim yaklaşımı bulunur.
Okul öncesi dönem; çocukların zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimlerinin en hızlı düzeyde seyrettiği, aynı zamanda temel becerilerin kazanıldığı kritik bir süreçtir. Bu dönemde uygulanan öğretim yaklaşımları, çocukların ilerleyen yıllardaki eğitim hayatlarının yanı sıra genel gelişimlerini de büyük ölçüde etkiler. Dolayısıyla en küçük detayı atlamadan, kritik dönemin ihtiyaçlarını karşılayan nitelikli öğretim yaklaşımlarını benimsemek önem arz eder.
Çocuğun Merkezde Olduğu Eğitim
Modern okul öncesi yaklaşımlarında, çocuğun öğrenme sürecinin merkezinde olması gerektiği vurgulanır.
Montessori yöntemi bu felsefenin en bilinen örnekleri arasında yer alır. Çünkü Montessori yaklaşımında, çocukların kendi hızlarında öğrenmeleri teşvik edilerek her çocuğun benzersiz öğrenme tarzına saygı gösterilir. Böylece hem bireysel hem de sosyal becerilerin geliştirilmesine zemin hazırlanır. Ayrıca belirli bir müfredat zorunluluğu olmadığından dolayı, öğrenciler ilgilerini çeken konular üzerinde zaman geçirirken öğrenmeye karşı sürekli istekli davranır.
Çocuğun merkezde olduğu eğitim yaklaşımlarının birçoğu, öğretmenlerin rehber rolü üstlendiği ve öğrenme sürecinde asıl yönlendiricinin öğrenenlerden oluştuğu modeli benimser. Öğrenme basamakları oluşturulurken de genellikle ilgi alanları, öğrenme materyalleri veya gerçekleştirilecek etkinlikler belirleyici olur. Böylece çocuklar öğrenme sürecini sahiplenerek kendi sorumluluklarını almayı öğrenir.
Üretkenliği ve Sorgulamayı Teşvik Eden Ortamlar
Reggio Emilia yaklaşımı, çocukların üretkenliklerini ve sorgulama becerilerini ön planda tutar. Öğrenciler, öğretmenlerinin rehberliğinde dünya hakkında sorular sorar, projeler geliştirir ya da grup çalışmalarına katılır. Dolayısıyla topluluk içinde çalışma becerilerinin yanı sıra, duyuşsal taraflarda doğal şekilde güçlenir.
Sorgulamanın ön planda olduğu öğretim yaklaşımında, öğrenciler düşüncelerini açıkça paylaşabilir. Öğretmenler ise çocukların meraklarını derinleştirerek onların kendilerini keşfetmelerine ortam hazırlar. Böylece her bir öğrenci, öğrenme etkinliklerinde aktif rol alıp gelecekteki akademik başarılarının temellerini atmaya başlar.
Üretkenliği ve sorgulamayı teşvik eden eğitim ortamı, çocukların öğrenme etkinliklerinin tüm boyutlarına dahil olmalarını destekler. Bu ortamlar, onların sadece bilgi sahibi olmalarını değil, bilgiyi varyasyonel ya da eleştirel şekilde kullanabilme yeteneklerini de geliştirir. Dolayısıyla bireyler hem akademik hem de sosyal hayatta karşılaşılabilen zorluklara karşı hazırlıklı hale gelerek kendilerini ifade etme noktasında beklenilen özgüveni sergilerler.
Doğa ile İç İçe Öğrenme Deneyimi
Waldorf yaklaşımı, çocukların doğayla olan bağlarını güçlendirmeye odaklanır. Dolayısıyla Waldorf okullarında, öğrenciler günlerinin büyük bir bölümünü açık havada geçirir, doğayı gözlemler ve etkileşim içerisine girer. Çocukların doğal ritimlerine uygun öğrenme süreci sunan bu yaklaşımda aynı zamanda el sanatları, müzik veya drama gibi etkinlikler de ön plandadır.
Doğa ile iç içe öğrenme deneyimi, okul öncesi bireylerin sadece fiziksel yönlerini değil, zihinsel ve duygusal iyi oluşlarını da destekler. Çünkü açık havada gerçekleştirilen her etkinlik, stres düzeyini azaltarak genel mutluluk durumuna olumlu etki eder. Ayrıca doğa ile iç içe olmak, çevre bilinci geliştirmenin yanı sıra çevreye karşı sorumlu yaklaşım sergilemeye de olanak tanır.
Öğrenmenin Kalıcı ve Zevkli Hale Getirilmesi
Eğitimde kalıcılığı ve mutluluğu sağlamak, öğrencilerin hayat boyu öğrenmeye açık bireyler olarak yetişmelerinde kilometre taşı görevi üstlenir. Bu noktada öğrenme sürecini daha kalıcı hale getirmenin temel yollarından biri, bilginin hem pratiğe dayalı hem de deneyimsel şekilde sunulmasıdır. Çünkü teorik bilgilerin somut deneyimlerle desteklenmesi, bireylerin öğrendiklerini günlük yaşamlarında uygulamalarına olanak tanır.
Öğrenme sürecini daha zevkli hale getirmek ise öğrencilerin ilgi alanlarına ve meraklarına hitap eden etkinliklerle sağlanabilir. İlgi çekici ders aktiviteleri, çocukların derse daha fazla katılım göstermelerini sağlayarak motivasyonlarını artırır. Örneğin, oyun temelli öğrenme, eğlenerek öğrenmeye olanak tanıdığından dolayı, süreç zorunluluktan çok keyifli hale dönüşür. Aktif katılımı destekleyen her yöntem, okul öncesi bireylerin sadece bilgi sahibi olmalarını değil, aynı zamanda eleştirel düşünme becerisini kazanmalarına da zemin hazırlar.
Öğrencilerin, öğrenme sürecinde kendilerini güvende ve değerli hissetmeleri de göz önünde bulundurulması gereken ayrıntılar arasında yer alır. Çünkü destekleyici eğitim ortamı, çocukların hata yapmaktan korkmadıkları veya kendilerini özgürce ifade edebildikleri alan sunar. Bu tür ortamlarda, risk alınabilir, yeni şeyler denenebilir, hatta öğrenmeye yönelik içsel motivasyon bile geliştirilebilir.
Okul öncesi eğitimde uygulanan öğrenci merkezli yaklaşımlar, eğitim ortamını daha anlamlı hale getirerek gelecekteki başarıların temelini oluşturur. Dolayısıyla eğitim süreçleri yapılandırılırken çağın gereksinimleri ile birlikte öğrenci beklentilerinin de mutlaka göz önünde bulundurulması beklenir.