İbrahim Ethem Gören: Yücel Bey sizi tanıyabilir miyiz?
Yücel Aşıkoğlu: İlkokul dördüncü ve beşinci sınıfların yaz tatillerinde evimizin karşısında Şerafettin Abi’nin marangoz atölyesinde çalışmışlığım var, sonrasında meslek lisesinde elektronik programında okudum. Organize sanayide Sabahattin Bey’in fotoğraf, filim ve kart banyo makineleri üreten fabrikasında elektronik devrelerin yapımında ve tamirinde çalıştım. İki binli yılların ortalarına kadar, biliyorsunuz, fotoğraf banyo eden dükkânlar vardı, bunlar dijital makinelerin yaygınlaşmasıyla tarihin bir parçası oldu. Orada çalışırken eski teyplerden topladığım dişlilerle ve minik elektrik motorlarıyla üç noktadan eklemli bir robot bacağı yaptım. Eklemler butonlarla kontrol edilebiliyordu, bir gün Sebahattin Bey “bunun diğer bacaklarını da yap fabrikanın içinde örümcek gibi gezsin” demişti. Dijital müzik çalarlardan önce biliyorsunuz ince bantları olan teyp kasetleri vardı. Sonra elektronik programına üniversitede devam edecekken Boğaziçi Üniversitesi’nde birden dünyam genişleyiverdi ve sosyal bilimlerle ilgilenmeye karar verdim. Tarih bölümüne geçerek lisans eğitimimi burada tamamladım. Sonrasında bir de Aziz Bernard de Clairvaux üzerine bir yüksek lisans tezim var.
Tezden geriye kalan?
Şöyle… İş bu kişinin Tanrı Sevgisi isminde bir kitabı vardır, kitaba başlarken “Tanrıyı sevmenin sebebi sadece tanrının kendisidir ve bu sevginin haddi hududu olmaz” der. Ârif olana bu kadarının yeteceğini ama halkın anlaması için konuyu daha uzun anlatması gerektiğini söyleyerek kitabın gerisini yazar. Gördüğünüz gibi kitaplar bizim gibiler için yazılıyor!
Üzerinde çalışmakta olduğunuz alana hangi sâiklerle yöneldiniz?
Süreç içinde ilgim Bilim ve Teknoloji Tarihine doğru kaydı, konuyla ilgili metinleri okurken kitaplarda bahsedilen âletleri kendim yapma fikri canlandı kafamda ve bir vakitte TRT 2’de izlediğim bir belgeseli hatırladım.
Ne vardı orada?
Prof. Dr. Fuat Sezgin Frankfurt’taki Arap-İslam Bilimler Tarihi Enstitüsü’nde yer alan eserleri tanıtıyordu. Bu hevesle, bir karşı denge ağırlıklı mancınık modeli üzerinde çalışmaya başladım ve zaman içinde üçüncü, dördüncü modelim verimli bir şekilde çalışan masaüstü bir makine oldu.
Kendinizi “Hiyel Mütehassısı” olarak tanımlıyorsunuz. Evvelemirde bu tanımı teşrif masasına yatıralım. Hiyel nedir? Hiyel Mütehassısı kimdir?
Yabancıların bir sözü vardır: “Jack of all trades but master of none”. Türkçeye “her işe tahsis edilir birinde bile ihtisası yok” şeklinde tercüme edilebilir. Ben de hâli pür melalimi örtbas etmek için kendime bir meşgale ismi bularak ‘Hiyel Mütehassısı’ dedim. Sanırım yeryüzünde benden başkası yoktur. Meraga Rasathanesi’nin Çift Kadranlı Âletini yapacak kadar astronomi bilgim vardır ama gökyüzünde Kutup Yıldızı’ndan başka bir yıldızı ismiyle gösteremem, Davis Kadranı yapıp kullanımını gösterebilirim ama hiç açık denizlere çıkmışlığım yoktur. Bazı insanlarda görülen bir problem bende de var sanırım, bir konuda varacağımız sonucu zihnimizde canlandırabilir yetkinliğe geldiğimizde gerçek dünyada bunu inşa etmeden terk ediyoruz ve başka bir alana geçiyoruz. Ben bu sorunumu farklı alanlarda birikim oluşturup eser olarak ortaya koymaya çalışarak atlatma gayretindeyim.
İsme değinmediniz!
İsimlendirmeye gelince… “Hiyel” Arapça bir çoğul kelime ‘hileler’ demek, bir işi kolay ve çabuk halletmek manasına geliyor. Hiyel isme tarihte karmaşık işlemler gerçekleştirerek izleyenleri etkileyen makinalar için kullanılmış, Antik Yunanda aynı işler için kullanılan kelime ‘machinatio’ da kökeninde hile ve entrika mânâsı barındırıyor, biz ona şimdi makine diyoruz.
“Makine” dediniz, lütfen buradan devam edelim.
Tarihin bir döneminde yapılmış bir makinayı tekrar üretmem gerektiğinde genellikle işe onun hakkında yazılı metinleri, resimleri veya minyatürleri aramakla başlıyorum. Bazen ilgili olduğu bilim dalında bilgi seviyemi artırmam gerekiyorsa (astronomi, seyrüsefer, fizik, vb.) alana yönelik daha genel okuma faaliyetine girişiyorum. Eser zihnimde canlandığında bilgisayarda çizimini yapıyorum ve üretimine başlıyorum. Endüstriyel bir üretim söz konusu olmadığı için bu süreçler tekrar tekrar gerçekleşiyor.
İhsan Oktay Anar Kitab’ül-hiyel’i kaleme aldı. Literatür için siz ne türden katkılar ürettiniz?
Kitab’ül-Hiyel’deki karakterlerin hem eğlenceli hem de hüzünlü bir serüveni var. Yaşadıkları çağa göre çok ileri düzeyde ama saçma icatlarla çabucak zengin olma hayali peşinde koşuyorlar. İcatları çok etkileyici ama aynı düzeyde verimsiz şeyler, bu açıdan tam da hiyel kavramına oturuyor.
Ben bu işlere yeni başladığımda Bilgi Üniversitesi’ndeİhsan Oktay Anar sempozyumu ve sergisi gerçekleştirildi. Etkinliği düzenleyen Akın Tek benim çalışmalarımdan haberdar olmuş, bana ulaşıp kitapta yer alan makinelerden birini yapıp yapamayacağımı sordu. Sergi için debbabe modelini yaptım o zaman. Bu vesileyle çok güzel bir sempozyum ve sergi organize eden Akın Tek beyefendiyi bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Sualinize cevap bağlamında dabbabeyi sayabilirim!
Teknoloji tarihimizin çalışır örneklerine ve ötesine dair katkılarınız?
Tarihi örnekler üzerinde çalışırken zaman içinde zihnimde bazı yeni makine tasarımları canlandı, içlerinde denediklerim ve başarılı olanlar var, patent başvurusu için çilelerini doldurmayı bekliyorlar.
Modern çağda hayatımıza giren makinelerin parçaları; dişliler, saat sarkaçları ve maşaları, mafsal, diferansiyel vb. makine parçalarını modelleme konusundaki çalışmalarınız/düşünceleriniz?
“Rakip bilimsel teorilerin birbirlerine karşı üstünlüklerinin temeli nedir?” diye sorduğumda sıralanabilecek maddelerden birisi teoriyi destekleyecek bilimsel âletler üretebilme yeteneği olacaktır. Örneğin on yedinci yüzyılda Dünya merkezli kozmoloji ile yeni oluşan Güneş merkezli kozmolojinin kavgasında teoriyi destekleyecek yeni âletleri üretebilen güneş merkezli teori oldu. Eğer yaşadığımız dünyaya dair birtakım iddialarınız varsa, mesela bütün insanlığın faydasını temin edeceğini söylediğiniz bir medeniyet anlayışına sahip olduğunuzu düşünüyorsanız bu anlayışa uygun âlet ve makinaların da ortaya çıkması gerekir.
Mevcut faaliyetlerinizi de öğrenmek isteriz.
Az önceki bir sorunuza verdiğim cevapta birbiriyle irtibatlı ama dağınık konulara müteveccih ilgime değindim sanırım. El’an atölye çalışmalarım söz konusu. Atölyedeki çalışmalarımın yanında Bilim Felsefesi ve Simya konusunda da bilgilenmeye ve düşünmeye çalışıyorum.
Mezkûr düşüncelerinizin çevrenize yansımalarına da müşfikâne nazar edelim…
Hay hay… Bazen ilgi gösterenler, dinlemek isteyenler oluyor gidip dağarcığımdaki düşünceleri onlarla paylaşıyorum. Geçen sene merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın GAS kısaltmasıyla meşhur 17 ciltlik Arap-İslam Bilimleri Tarihi isimli eseri Türkçeye tercüme edildi. Fatih Sultan Vakıf Üniversitesi Bilim Tarihi Bölümü Rami Kütüphanesi’nde “Fuat Sezgin GAS Okumaları” etkinliği düzenliyor, Simya bölümünü değerlendirme görevi bana tevdi edildi, geçtiğimiz hafta 15 Mart Cumartesi günü güzel bir toplulukla bilgi alış verişim oldu, ben şahsen çok keyif aldım ve istifade ettim. Bu vesileyle programı büyük bir gayretle yürüten Nihal Fırat Özdemir hanımefendiye ve faaliyette görev alan diğer arkadaşlarımıza teşekkürlerimi iletmek isterim. Ayrıca son devirde simya ile ilgilenen ve eser kaleme alan Abdurrahman Sami Saruhani Efendi’yi anmak isterim (v. 1934), bu meyanda yazdığı bir eserini kötü niyetli ellere geçer düşüncesiyle yakmış maalesef.
Altın Çağ’da ilim, fikir, sanat, zanaat ve aksiyon adamlarımızın İslam bilim ve teknoloji tarihimiz için ürettiği katma değerler için neler söylemek istersiniz?
Nasıl ki coğrafi keşifler bilinmeyen ve bu yüzden tehlikeli açık denizlerde gerçekleşiyorsa bilimsel faaliyetler de bizim bilgimizin sınırlarında gerçekleşen bir faaliyettir. Keşiflere çıkan denizcilerin pek çoğu fırtınalar, yetersiz beslenme, hastalık ve çatışmalar yüzünden hayatını kaybetti; günümüzde böylesi bir fedakârlık beklenmiyor ama ben akademinin konforlu alanlarından çıkması gerektiğini düşünüyorum, en kötü durum herhalde bahtsız sonla karşılaşmak olur! Klasik dönemde Müslüman âlimlerin birçoğu bu sorumluluklarını yerine getirdi fakat genel bir değerlendirme yaptığımızda kendi içinde bir kemâle ulaştığında tükenen bir sistem görüyoruz.
el-Cezerî mühendislik harikası bağlamında filli su saatini icat etti. Aradan dokuz asır geçti. Modern zamanlarda İslam Bilim Tarihi Uzmanları Cezerî’nin filli su saatine, su gücünden yararlanma ve suyu taşıma teknolojilerine dair ne türden modellemelerle katkı üretti/üretiyor?
Tarihte hiyel ve genel olarak mühendislikle ilgilenen insanlarla ilgili elimize ulaşan kaynak sayısı sınırlı, bunun bir sebebi eli kalem tutan seçkinlerin nezdinde bu konuların pek revaç bulmaması, diğeri de eldeki sanatın mümkün olduğunca sır olarak saklanması. Günümüzdeki patent sistemi yerine böyle bir muhafaza sistemi var. El-Cezeri’nin kitabının çok güzel yazmalarıyla günümüze ulaşması büyük bir nimet. Yakın dönemde Bursalı Sanayici Merhum Durmuş Çalışkan (V. 2018) El-Cezerî’nin kitabının, içerisinde ayrıntılı teknik çizimleri ve açıklamaları ihtiva eden yeni bir baskısını yayınladı. Ben de bu kitaptan istifade ediyorum. Geçtiğimiz yıllarda Fil Su Saatinden bir tane de ben yaptım, fakat üzerinde bazı değişiklikler gerekiyor, o da çilesinin dolmasını bekliyor!
Az önce bahsettiğim konularla ilgili tarihte İskenderiye’nin özel bir yeri var. Bu şehirde yaşayan Hero (MS 1-2. Yüzyıllar) Akdeniz havzasındaki hiyel geleneğinin başında duruyor. Aralarında buhar gücüyle çalışan bir âletin de olduğu pek çok farklı mekanik icadı ve bunları anlattığı bir eseri var. Yine, simya tarihinin başında eseri bize ulaşan ve yaşamı hakkında kesin bilgilere sahip olduğumuz ilk kişi olarak Zosimos’u görüyoruz. Büyük İskender tarafından kurulan şehir, büyük kütüphanesi ve deniz feneriyle biliniyor. Ayrıca Hıristiyanlığın ilk yayıldığı dönemde pek çok önemli olayın sahnelendiği bir yer.
Fatih’te, Fuat Sezgin Hoca’nın Almanya’da yaptığı/yaptırdığı yüzlerce İslâm Bilim Tarihi âletinin replikalarının sergilendiği müessesenin misyonu nedir? Bu âletler ne olacak? Ne/neyi bekliyor?
Prof. Dr. Fuat Sezgin’in Frankfurt’ta kurduğu Enstitü’nün gelişmesinde, kütüphanesinin zenginleşmesinde ve sergilenen modellerin üretilmesinde İslâm ülkelerinden sağlanan desteklerin büyük bir etkisi var. Dolayısıyla Hocamızın vefâtından sonra bu mirasın ne olacağına dair kamuoyuna da yansıyan bazı tartışmalar oldu. Geçtiğimiz yaz aylarında Enstitü depolarında tutulan eserler İstanbul’a getirildi. Bu koleksiyon hâlihazırda geçici sergilerde değerlendirilmek ve nihai bir müzeye konulmak üzere bekliyor, koleksiyonun teknik konulardaki sorumluluğu naçizane benim üzerimde. Şu anki amacımız bu koleksiyonun kamuoyuna en güzel şekilde ulaştırılması ve yeni eserlerin sürdürülebilir bir şekilde yeniden üretilerek farklı ülkelerde yeni müzeler kurulması. Böylesi bir faaliyet büyük bir mali yük ve iş birliği çabaları gerektiriyor. Bunun sağlanması için gayret gösteriyoruz.
Mezkûr müessese için siz neler yapıyorsunuz?
Eserlerin teknik konularla ilgili sorumlulukları benim üzerimde. Ayrıca yeni eserlerin yapımında teknik gereklilikler ve tasarım özellikleri ile ilgili çalışıyorum, bazılarını kendim imal ediyorum. Bunların yanı sıra projenin yürütülmesi için gerekli bilimsel işbirliklerini koordine ediyorum.
Son olarak okuyucularımıza mesajınızı almak isterim.
Her bir insan yeryüzüne belli bir görevi ifa etmek üzere geliyor, gayreti ve hevesi nispetinde bu görevde kendine bir yer buluyor. Eğer eğitim alanına hasredilmişseniz ya sınıfta ders anlatan öğretmen olursunuz ya da okulu temizleyen kişi olursunuz (Benzetme Ömer Türker’e ait.)
İlginiz için teşekkür ediyorum.
Ben de teşekkür ediyorum.
İbrahim Ethem Gören/20.03.2025/Yazı No: 442