İbrahim Ethem Gören: Nazmi Bey, okuyucularımıza kendinizi nasıl tanıtmak istersiniz?
Nazmi Kişioğlu: 1969 Kastamonu doğumluyum. Dört çocuklu bir ailenin en küçüğüyüm. Benden büyük üç kız kardeşim var. Babam zanaatkâr, annem ise ev hanımı. Eğitim süresince okul tatillerimi hep babamın atölyesinde geçirdim. Yükseköğrenimimi Kastamonu’da işletme okuyarak tamamladım. Uzun yıllar amatör kulüplerde basketbol oynadım. Okuduğum her eğitim kurumunda spor ve sanatsal faaliyetlerin içinde bulundum.
Askere gidip geldikten sonra artık baba atölyesinde değil özel firmalarda muhasebe ve insan kaynakları departmanlarında çalışmaya başladım. 1997 yılında Jülide Şengül ile evlendim. Ekonomik zorluklar, kariyer planları derken ortanca ablamın İstanbul’a tayin olmasını da vesile edinerek eşim ile ben 2005 yılında İstanbul'a yerleştik.
Artık bizim için yeni umutlar demekti. İstanbul’daydık ve zorlu süreç başlamıştı. Uzun bir iş arama döneminden sonra özel sektörde insan kaynakları sorumlusu olarak 11 yıl çalıştım.
Sanat gönlünüze ne zaman ve hangi mülahazalarla düştü?
Kastamonu'da yaşadığım dönemde babam, mahallemizde bulunan bir caminin pencerelerine vitray yaptırmıştı. Onları gördüğümde çok etkilenmiştim. Kullanılan malzemeleri araştırıp ben de kendimce evde cam üzerine resimler yapmaya başladım. Evde boyanacak cam eşya kalmayana kadar boyama yaptığımı hatırlıyorum. Fakat Kastamonu’da bu sanatın inceliklerini, tekniklerini öğretebilecek yetkin bir isim yoktu.
2005 yılında İstanbul'a yerleştikten sonra kalabalık ailemden, dostlarımdan, arkadaşlarımdan ayrılıp burada bu kalabalığın içinde yalnızlaştığımı hissettim. Artık hayat benim için sadece sabah işe gidip akşam eve dönme rutinine girmişti. Kalabalıktan yalnızlığa, sosyallikten asosyalliğe giden hayatıma dur demem gerektiğini anladım ve bu sebeple arayışa girdim. Minyatür sanatının benim için ideal bir sanat olduğunu gördüm.
Minyatürün aslında çocukluğumdan bildiğim bir sanat olduğunu sonra anladım. Zira evimize her yeni yılda Sümerbank takvimi gelirdi. Bunların üzerinde ya Levnî’nin minyatürleri ya da çini desenleri olurdu.
Hocanız/hocalarınız?
Minyatüre ilk olarak İSMEK’te rahmetli Meral Aşan Hocam ile başladım. Nurlar içinde yatsın, o zor dönemlerinde bizlere hep bir şeyler öğretmeye çalıştı. Bu alanda alaylıydım lakin istekli ve azimliydim. Meral Hocam ne ödev verse ben fazlasını yapıp götürüyordum. Çalıştığım ve sadece hafta sonu vakit ayırabildiğimden dolayı Meral Hocam neredeyse oraya gidip ondan bir şeyler daha öğrenmek için peşinde koşturdum. Bir gün hocam “Benim sana verebilecek bir şeyim kalmadı. Seni başka hocaya göndereyim” dedi ve benim başka bir üstad ile olan dönemim başladı. Bu kişi minyatür sanatçısı Özcan Özcan idi. Özcan Hocadan ders almakla birlikte beraber bazı projelerde çalıştık ve sergilerde yer aldım. Yaklaşık dört yıl Özcan Hoca ile çalıştım.
Bazı sebeplerden dolayı sanata küstüğüm bir dönemde suluboya tekniğini de öğrenmek amacıyla o dönem Türkiye'de bulunan Işıl Özışık'tan kısa bir süre suluboya dersi aldım. Hocam Leyla Kara ile de tanışmam bu vesile ile oldu. Işıl Hocayı ziyarete gittiğim ilk dersimizde onunla oturup minyatür sanatı ve birbirimizin çalışmaları hakkında sohbet ettik. Bana bazı eksiklerimden bahsetti ve istersem bir gün onları bana gösterebileceğini söyledi. O bir gün yaklaşık yedi yıldır bitmedi. Bana bu sanatı sevdiren rahmetli Meral Hocam; bugünkü ben olmamı sağlayan ise Leyla Hocam olmuştur.
Belli bir aşamadan sonra çalıştığım işyerinden ayrılıp artık hayatımı sanat yaparak idâme ettirmeye karar verdim. Sabit bir gelirim yoktu ama huzurum yerindeydi. Leyla Hocamın desteği ve önerisiyle Sakarya Geleneksel Sanatlar İhtisas Merkezi’nde ders vermeye başladım. Sakarya’daki dersler iki yıl sürdü. Akabinde İstanbul’da eğitim vermeye başladım. Hâlen, Eyüpsultan Belediyesi Sertarikzade Kültür Merkezi’nde ve Başakşehir Belediyesi Gelenekli ve Görsel Sanatlar Akademisi’nde talebelerime dersler veriyorum.
Leyla Hocam ile birlikte birçok projede yer aldım ve sergilere dâhil oldum. Kendisi her zaman sanat hayatımda yolumu aydınlatan kişi olmuştur. Müteşekkirim.
Hocanız Leyla hanımın çalışmalarında soyadından mülhem hâkim renk siyah. Onlarca minyatür eseri arasından Leyla Kara’nın çalışmalarını ayırt etmek zor değil. Bu hususta ve hocanızın minyatür okuması/üslubuna dair kanaatlerinizi almak isterim…
Leyla Hocam, -henüz tanışmadığımız bir dönemde- Hünkâr Kasrı'nda kişisel bir sergisi açmıştı ve tamamı siyah zemin üzerinde kusursuz işlenmiş İstanbul minyatürleri vardı. Ayaküstü muhabbetimizde bazı eserlerde renk farklılıklarının olduğunu, bunun zeminden mi yoksa boyadan dolayı mı olduğunu sorduğumda; şehrin yorgunluğunu yansıtmak istediğini söylemişti. Ve bunu gerçekten de başarmıştı.
Leyla Hocamın çizgilerinde şehrin mutluluğunu, hüznünü, karmaşasını, dinginliğini, yorgunluğunu ve canlılığını görüp hissedebiliyorsunuz.
İnsanın hocasından etkilenmeme gibi bir durumu olamaz. Ben de siyah zeminler üzerine çalışmalar yaptım. Lakin bir Leyla Kara olmaya çalışmadım. Kanaatimce şehirde bir hikâye varsa onu minyatürleriyle en güzel şekilde anlatabilecek sanatçı Leyla Kara'dır.
Meral Hocam ile bu yolculuğa başladığımda ilk olarak klasik minyatür sanatının tekniklerini ve inceliklerini öğrendim. Özcan Hocam ile yaptığımız projelerde genellikle konular belli oluyordu. Bize araştırıp okumak, tasarımı yapıp resmetmek kalıyordu. O dönemlerde hem özel bir firmanın insan kaynakları sorumlusu olarak çalışmak hem de projelerde eser çıkartmak beni zorluyordu. Az önce de belirttiğim üzere ruhumu doyurmak ve kendi sanat yolumu bulmak için çalıştığım firmadan istifa ettim ve daha özgür çalışmalarla kendi tarzımı oluşturdum.
Çalışmalarımı daha önceleri belirli kalıplar, belirli renkler kullanarak yaparken artık bana has tarzda daha farklı zeminlerle, muhtelif renklerle çalışmalar yapmaya başladım.
Minyatür bildiğiniz gibi iki boyutlu. Perspektif ve üçüncü boyuttan uzak bir sanat. Son dönem kâğıtları farklı katlama yöntemleri ile katlayarak ve renk efektleriyle iki boyutlu çalışmalarımı üç boyutlu hâle getirerek çağımızın minyatürünü yapmaya çalışıyorum. Kısacası geleneksel minyatür tekniklerini çağdaş zeminlerle buluşturuyorum.
Minyatür sanatının kendi gerçekleri, doğruları kadar kendini, eşyayı, çevreyi, insanı, hakikati anlatmaya dair özel bir dili var. Bahsettiğim minyatür dili size ne/neler anlatıyor?
Minyatürün, icracısına sınırlar koymayan özgürlükçü bir yapısı var. Bir mekânı, bir eşyayı resmederken sadece gördüğünüz kısmı değil göremediğiniz kısımları da resmetme imkânı sunuyor. Örneğin bir külliye çiziyorum, ön cepheden sadece cami kısmını görüyorum fakat göremediğim arka kısmında revaklar altında medrese odaları var, şadırvan var, türbe var. Minyatür bana onları da resmetme imkânı sunuyor. Bu sebeple çalışma yaparken minyatürün kendine has dili sayesinde daha özgürlükçü oluyor sanatçı..
Nazmi Ekşioğlu: İnsanın Olmadığı Yerde Hikaye de Olmaz
Bu kapsamda minyatürde neleri nakşediyorsunuz?
Yıllarım, çalıştığım firmadaki insanlarla, insanların sorunlarını dinleyip çözümlemekle, onların başarısını ve hatalarını gözlemlemekle geçti.
Bu sebepledir ki figürlü çalışmaları daha çok tercih ediyorum. Bana göre insanın olmadığı bir yerde hikâye de olmaz. Aslında birçok minyatürümde kendimi anlatıyorum. Neşemi, hüznümü, coşkumu, sevgimi, özlemimi, yalnızlığımı, insan olarak yaşadığımız her duyguyu minyatürlerime yansıtmaya çalışıyorum. Doğa unsurlarını ve mimari çalışmalarını da yapıyorum. İstanbul, her sanatçı için kendi alanında bir ilham kaynağı. Bu şehri yüz yıllar önce de resmettiler, günümüzde de resmediyorlar, bizden sonra da resmedecekler. Bazı eleştiriler oluyordu bizler için “hep İstanbul, hep mimari” çalışıyorlar diye. İstanbul'da yaşamayan bunu bilemez ve anlayamaz.
Katıldığınız sergilere, projelere ve eserlerinizin bulunduğu yerlere de nazar edelim.
2010 yılında rahmetli Meral Hocam ile İstanbul Tasarım Merkezi ve Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde “Kudüs'ten Endülüs'e” sergisine katıldım.
2013 ve 2015 yıllarında TRT Belgesel kanalında yayımlanan “SIR” adlı belgesel için evliyaların hayatları ve felsefelerini anlatan minyatürler hazırladım.
Adnan Menderes Üniversitesi (Aydın) ve Dokuz Eylül Üniversitesi (İzmir) bünyesinde açılan birçok sergiye katıldım.
2016 yılında ESTAM projesi kapsamında Eyüpsultan Belediyesi için Karanlık İşler Atölyesi bünyesinde taşınabilir sanat objeleri tasarımları yaptım.
Leyla Kara ve Öğrencileri Minyatür Sergisi, Organize İşler, Cüret ve Mesafe adlı sergilere dâhil oldum.
2018 yılında Eyüpsultan Belediyesi Kültür Sanat Çalıştayına ve Kastamonu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi “21. yüzyılda Türk Sanatı. Meseleler ve Çözüm Önerileri” konulu milletlerarası sempozyuma ve sergisine katıldım.
2019 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. için çocuk hikâye kitabına minyatür tasarımları yaptım.
2020 ve 2022 yıllarında ilki Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Gölcük Kültür ve Sosyal Yaşam Merkezi’nde, ikincisi Eyüpsultan Belediyesi Başkanlık Binası Fuaye Salonunda olmak üzere “YOL” adını verdiğim kişisel sergilerimi açtım.
Eyüpsultan Belediyesi için tarihi Eyüp tahta oyuncaklarının üzerine minyatürler tasarladım. Yine, Eyüpsultan Belediyesi bünyesinde Artcontact İstanbul Çağdaş Sanat Fuarlarına, Miras sergilerine ve Geleneksel Sanatçılar Buluşması Özel Sergisi: 41 Sanatçı 41 Eser sergilerine katıldım.
2021 yılında “Çerçeve içi, Çerçeve dışı” konulu İstanbul Yeditepe Bienali’ne dâhil oldum.
2022 yılında Tahran/İran'da düzenlenen Mohammad Siah Ghalam Festivali ve Bienaline eserlerimle katıldım.
TRT için hediyelik minyatürler ve tasarımlar yaptım.
2023 yılında Galeri Eyüpsultan'da Cumhuriyetimizin 100. Yılı Anısına 100 sanatçı 100 eser sergisine katıldım.
Eserlerimden bazıları İstanbul’un önde gelen şirketlerinin envanterlerinde, belediyelerin özel koleksiyonlarında ve kişisel koleksiyonlarda yer alıyor.
Minyatür sanatçılarının konu sıkıntısı ya da tekrar gibi açmazı var mı?
Ben hiçbir zaman konu sıkıntısı çekmedim. Çünkü konum insan ve duyguları. Elbette konu sıkıntısı yaşayan, tekrara düşen sanatçılar vardır. Benim söyleyebileceğim çevrelerine baksınlar, gözlemlesinler, kalabalığa karışsınlar; mutlaka bir konu yakalayacaklardır.
Ben her gün iki ya da üç toplu taşımayla atölyeme gidiyorum. Çalıştığım dönemlerde 600 kişilik bir personel grubuyla aradayken şimdi binlerce insanla iç içeyim. Kitap okuyorum, yerli yabancı birçok minyatür sanatı kitabını alıyor ve inceliyorum. Yeni boyaları, farklı materyalleri deniyorum. Geziyorum, gezerken yapıları, ağaçları, kuşları, çiçekleri inceliyor ve kendimce stilize ediyorum. Ayrıca henüz gün yüzüne çıkmamış çok fazla eskiz çalışmalarım var. Eğer öyle bir sarmala düşersem onları güncellerim diye düşünüyorum.
Sizce sanat eseri denilmeye sezâ bir minyatür çalışması hangi özellikleri hâiz olmalıdır?
Bir minyatür çalışmasına sanat eseri denilebilmesi için öncelikle güçlü bir tasarım gerekir. Sonrasında minyatür tekniklerini iyi kullanmak ve renk tercihiyle usta işi bir işçilik gerekir. Bilinçli bir sanatseverin bu üçüne dikkat ettiğine eminim.
Sanatınızı İstanbul’un orta yerinde Eyüpsultan’da, Zal Mahmut Paşa Medresesi’nde icra ediyorsunuz. Medresedeki çalışma ortamınızı ve kadim Eyüp semtinin nakşınıza tesirlerini de konuşalım.
Kendimi o kadar şanslı hissediyorum ki, bir Mimar Sinan yapısı olan Zal Mahmut Paşa Medresesi’nde atölyem var. Öncelikle sizin aracılığınızla Eyüpsultan Belediyesi Başkanı Sn. Deniz Köken'e ve Başkanlık Sanat Danışmanı Hocam Leyla Kara'ya, yapıya işlevsellik kazandırıp farklı sanat dallarındaki usta isimleri bir araya getirerek her birimize atölye tahsis ettikleri için teşekkür ederim.
Eyüpsultan’ın İstanbul’un sur dışındaki ilk yerleşim yerlerinden biri olma özelliği ile eski evleri, Haliç kıyısındaki konumu, tarihteki yeri, ilçe içindeki tarihi mimari yapıları, camileri, türbeleri, hamamları, mezar taşları hepsi bizler için ilham kaynağı. Bir mezar taşının bile öyle bir hikâyesi var ki bu bile bir minyatür sanatçısı için konu arz ediyor. Eyüpsultan’da sanatçıya ilham kaynağı olacak yüzlerce mezar taşı var. Fatih Sultan Mehmet’in fetih döneminde çadır kurduğu yer, Cülus yolu, İstiklal savaşındaki yeri ve önemi saymakla bitmez. Eyüpsultan’ın kendisi bir sanat eseri.
Zal Mahmut Paşa'da 29 oda var ve her birimiz geleneksel sanatların farklı dalı ile uğraşıyoruz. Buraya dışarıdan ziyarete gelenler, sanatında isim yapmış sanatçı ve zanaatkârlar ile birebir sohbet etme imkânı buluyor. Burada bizler sanat sohbetleri, fikir alışverişleri yapıyor, birçok konuda birbirimize destek oluyoruz. Yani biz burada bir sanat ailesiyiz.
Sizin ilave etmek istediğiniz hususlar nelerdir?
Ben minyatür sanatıyla tanıştıktan sonra bu konuma geleceğimi hiç tahayyül etmemiştim. Emekli olunca kendimi oyalayacağım bir sanat olarak düşünüyordum. Lakin beni öyle bir içine çekti ki -bahsettiğim gibi- işimden istifa edip bu sanata odaklandım. Hatta eşime bile öyle bir sirayet etti ki kamu kurumunda çalışmasına rağmen yaklaşık dokuz yıldır o da benimle birlikte bu yolu yürüyor. Bu keyfiyet, tabir yerindeyse sanatın bulaşıcı olduğunun da bir ispatıdır! Çevremde sanatla uğraşan birilerinin olması beni her zaman daha huzurlu kılıyor. Öğrencilerime, geçtiğim zorlu aşamaları anlatmaktan hiç gocunmuyorum. Nasıl ki Leyla Hocam bu yolda bana ışık oldu, benim de artık tek gayem, kadim kültürümüze sahip çıkan yeni yeteneklere yol göstermek, yollarını aydınlatmak. Sanat herkese sirayet etsin istiyorum!
Son olarak okuyucularımıza neler söylemek istersiniz?
Öncelikle okuyucularınızla beni buluşturduğunuz ve kendimi anlatma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Belki okuyucularınız arasından minyatür sanatını öğrenmek isteyen ama yapamayacağını düşünenler vardır. Hem onlara hem de geleneksel sanatların herhangi bir dalı ile uğraşan kursiyer ve öğrenci arkadaşlara seslenmek isterim: Evet, öğrenme sürecimiz çok zorlu ve sancılı. Bizim sanatlarımız sabır gerektiriyor. Lütfen sabret ve hangi dalı seçiyorsan seç ama hakkını vererek öğren, öğrendiklerini de gelecek nesillere mutlaka aktar.
Pablo Neruda’nın bir sözü var: “Yalnız ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.” Tüm sanat sevdalıları sabretsinler ve akabinde muhteşem eserler üretsinler.
İbrahim Ethem Gören-18.12.2023-Yazı No